Bazen hepimiz bunu yaşarız: Midemiz tok ama ruhumuz boş hisseder. Peki bu aslında ne anlama gelir? Bazen hiç beklenmedik bir anda yemek yeme isteği gelir… Bedeniniz aç değildir ama arzu o kadar güçlüdür ki kendinizi buzdolabının önünde bir şeyler atıştırırken bulursunuz. Evet, dürüst olalım: Ben de yaşadım. Yani yalnız değilsiniz.
Bu durum “duygusal açlık” olarak adlandırılır. Çünkü bazen neşeyi, heyecanı, keşfi, sevgiyi ya da sadece “anda olmanın” basit keyfini özleriz. Bu eksik duyguları fark etmek yerine ruhumuz kolay yolu seçer: Onları yiyecekle doldurmaya çalışır. Bir anlamda içimizdeki boşluğu yanlış anahtarla kapatmaya uğraşırız.
Tam da burada, yani kendimizden koptuğumuz noktada, aslında neyin eksik olduğunu bulmak zorlaşır. Rutinler bize güvenli hissettirir. Tanıdık duygular da birer rutine dönüşür. Ama bu “güvenli” alan aslında bize hizmet etmeyen bir döngüyü de besleyebilir. Bilinçaltımız hangi enerjinin eksik olduğunu çok iyi bilir; bu yüzden bizi, o eksikliği geçici olarak “ikame edebilecek” yiyeceklere yönlendirir. Fakat tatmin hiç kalıcı olmaz. Tuzlu deniz suyunu içmek gibidir—ne kadar içerseniz için, daha çok susarsınız.
Peki bu kısır döngüyü nasıl kıracağız?
İlk adım farkındalıktır. Kendinize sorun:
- Bugün hangi duygum eksikti de ben bunu yiyecekle telafi etmeye çalıştım?
- Duygusal açlığım ne zaman tetikleniyor? Öfkelendiğimde, stresliyken, yalnızken ya da değersiz hissettiğimde mi?
Bu sorulara vereceğiniz her dürüst cevap sizi gerçek duygularınıza götüren bir ipucu olur. Çünkü duygusal açlık aslında ruhunuzun çığlığıdır: “Beni gör, beni duy, bana dikkat et.”

Bir diğer önemli adım ise kendinizle yeniden bağ kurmaktır. Meditasyon, günlük tutmak, yürüyüşe çıkmak ya da güvendiğiniz biriyle içten bir konuşma yapmak gibi basit pratikler duygularınızla yüzleşmenize yardımcı olabilir. Kendinizi daha çok dinledikçe aslında neye ihtiyacınız olduğunu fark etmeye başlarsınız.
Unutmayın, yiyecek kalbinizdeki açlığı dolduramaz. Gerçek beslenme, duygusal ihtiyaçlarınızı doğru duygularla karşılamaktan gelir. Bunu fark etmeye başladığınızda ise duygusal açlık yavaş yavaş yerini öz-kabule ve iç huzura bırakır.

Bir diğer önemli nokta da, duygusal açlığın sadece yetişkinlerde değil, çocuklarda da görülebileceğidir. Çoğu zaman yeme bozukluklarını sadece yetişkinlere özgü bir problem gibi düşünürüz; fakat gerçekte bu durum çocuklarda da ortaya çıkabilir. Özellikle duygularını ifade etmekte zorlanan, kaygı yaşayan, sevgiden ya da ilgiden yoksun hisseden çocuklar bu eksikliği yiyecek yoluyla gidermeye çalışabilirler.

Çocuklarda duygusal açlık kimi zaman sürekli atıştırma isteği, kimi zaman yemek seçme, kimi zaman da yemekten tamamen kaçınma şeklinde ortaya çıkabilir. Yani çocuk aslında açlığı bedeninde değil, ruhunda hisseder. Bu yüzden ebeveynlerin dikkatli olması ve çocuğun yemekle olan ilişkisini sadece “fiziksel açlık” gözünden değerlendirmemesi gerekir.

Unutmayın, yeme bozuklukları yalnızca beslenme meselesi değildir; çoğu zaman çocuğun duygusal dünyasındaki eksikliklerin ve zorlukların dışa vurumudur. Bu nedenle böyle davranışlar fark ettiğinizde çocuğunuzu suçlamak ya da yargılamak yerine en doğru adım profesyonel destek almaktır. Bir terapist veya çocuk psikoloğu çocuğa duygularını sağlıklı şekilde ifade edebileceği güvenli bir alan sunabilir ve yiyecekle ilişkisini yeniden dengelemesine yardımcı olabilir.
Kısacası, duygusal açlığın sadece yetişkinlerle sınırlı olmadığını, çocuklarda da gözlemlenebileceğini bilmek onların sağlıklı gelişimi için büyük fark yaratır. Çünkü ihtiyaçları zamanında fark edilen ve doğru şekilde desteklenen bir çocuk hem bedeniyle hem de duygularıyla daha güvenli ve sağlıklı bir bağ kurarak büyür.
Yorumlar
Kalan Karakter: